Ey Zahit…
Dinler, modern öncesi çağların eğitim-öğretim çevresi ve okullarıdır.
İnsanların gönül dünyasına düzen vererek topluma da düzen vermiş
olurlar.
Zahit; “hayatı” değil de öncelikle ve özellikle “öbür dünyayı” anlamaya
çalışan, hep “oraya” doğru yol hazırlıklarıyla meşgul bir “kul”dur. Her
şeye, her olaya din açısından bakar ve “dine uygun” veya “dine uygun değil”
diye sınıflandırmalarla “fetvalar” vermek zorunda hisseder kendini. Şekilci
ve kitabidir.
Zahit, bu dünyaya değer vermez, ahreti düşünerek, cenneti hak etmek için
yaşar. Aklında hep sorularla gezer, hayatın her alanını kurallara bağlardı.
Bu kurallara sadece kendisi uysa neyse… Herkesi de bu kurallara uymaya
zorlar veya uymayanı kınardı; kendi aklına ya da tercihine göre yaşayanı
“günahkâr” ilan ederdi.
Rint ise dini inanç taşımakla birlikte hayatındaki “bütün saatleri” şekilci
dini kurallara göre ayarlamaktan kaçınan, hayatı sevinçleri ve hüzünleriyle
bir bütün olarak gören kişidir. Gönül zenginliğine, hoşgörüye ve aşka değer
verir. Asla dayatmacı değildir.
Din adamları, genellikle herkesin kendileri kadar dini bilgiyle donanmış
olmasını, öğrenmeye heves etmesini, yüklenmesini bekler. Oysa demircinin, askerin,
marangozun, nalbantın, balıkçının, çobanın, çiftçinin bir işi vardır;
“zahit” gibi olamazlar. Hem “dünyaya gelmişken dünya nimetlerinden
yararlanmak”, yaşamak, insanın hakkı olmalıdır. Diğer yandan düşünür ki
israf haramdır. Allah, bunca nimeti ve güzelliği neden yaratmış ola
ki?
Şair, hayatın gelip geçici olduğunu belirterek, zahidin şaraba saygı
göstermesini bekliyor. İnsan olmanın farklı bir şey olduğunu
hatırlatıyor.
Bir görüşe göre Hz. Hamza çok şarap içermiş. İçince de dağıtır ve sevimsiz
olurmuş. Hz. Muhammet onu bu halde görünce, şarabın ona haram olduğunu
söylemiş. Bu yaklaşım kalıcılaşmış ve giderek tüm Müslümanlara yasak olduğu
ileri sürülür olmuş
Ehline helaldir, na ehle haram
Biz içeriz bize yoktur vebali
Bu dizelerde geçmişteki bu olaya bir gönderme, bir “telmih” var görünüyor.
Biz dağıtmadan içeriz, bu yüzden bize bir ağırlığı, bir günahı yoktur…
Şarap, içmesini bilmeyene haramdır. Ehil olmayan ondan uzak dursun.
Şarap, tasavvuf ehlinin dilinde “Tanrı aşkı” demektir. Tekke ise, aşk
şarabıyla kendinden geçilen yer anlamında “meyhane”dir. Sevap almak için
içeriz ve senin buna aklın ermez, bu başka bir hesaptır.. Biz meyhanede bu
anlayışa ve bir ruh yüceliğine eriştik.
Tasavvufi düşünce ve inanç sisteminde “Tanrıda yok olmak” ve “Tanrıda
yeniden var olmak” (Fenafillah-Bekabillah) amaçlanır. Bunun için bolca
“şarap” (Tanrı aşkı) içilmelidir.
Biz bu aşkla kandil geceleri kandile, kandilin içindeki fitile dönüşürüz.
Tanrı aşkıyla öylesine kendimizden geçeriz ki bu ruh yüceliğiyle Tanrının
varlığına ve birliğine delil oluruz; ama sen göremezsin, anlayamazsın bu
hali… Şekle takılıp kalacağını ve bu sırlara eremeyeceğini düşünüyor.
Şeriat erbabı için bu kabul edilmez, anlaşılmaz bir haldir. Böyle bir şeye
inanmaz. Tanrıya ancak öbür dünyada ve cennette ereceğini düşünür. Oysa
rindane anlayışa göre cennet de cehennem de burada ve insanın gönlündedir.
Ey Harabi, sen boşuna söylersin; ama daha fazla söze de gerek yoktur.
Bilmeyen nasıl anlasın “gerçek” haramı, “gerçek” helali? Ve bir aşk içinde
erimeyi?
|