Evet, klasik bir başlık olan
5N1K? Ben burada iki soruya taktım. Azıcıkta inancım olduğu için özellikle bir
soruya. Şimdi rahatlıkla şunu sorabilirsiniz. Ne var ki Ne, Nasıl, Nerede, Ne
zaman, Neden ve Kim sorularında demeyin. Benim için önemli olan iki soru ise
Kim ve Neden. Eğer benim gibi tanrı inancı varsa kim sorusunun pekte bir önemi
yok. Çünkü iyi de olsa kötü de olsa her şey yaratıcıdan geliyor. Bir yaratıcıya
inanmanın en güzel yanı da bu olsa gerek.
Neden
sorusuna gelince insan zorlanıyor. Bu soru insanın hayatını alt üst eden
sorudur. Neden ben, neden benim başıma geliyor, neden daha iyi durumda değilim
neden mutsuzum ve benzeri birçok soru. Bu soru bir yaratıcının varlığını kabul
etmekle de çözüm bulmuyor. Tamam, bunları o yaptı ama neden beni seçti veya
neden bana fazla verdi neden eksik verdi. Yaratıcı olmadığını farz edip seçilim
içinden bir tesadüf olarak geldiğimiz dünyada sonu da önemli değilken neden bu
yaşam denen oyunun içine düştük. Sorular ve sorular iç kemirmekten başka bir
şey yok. Hani ünlü bir İngiliz sözü var ya “Cahillik mutluluktur.” diye
gerçekten işin içinden böyle çıkabiliyor insan.
“Aman çok mu önemli yaşa gitsin. Sana verilen
gün ne kadarsa doldur da bitsin.” Diyebilecek kadar rahat olamadım bir türlü.
Hep yaşadığım anın daha kaliteli eğlenceli olmasını istedim. Hani küçük
şeylerden mutlu olun deniyor ya. Nasıl olayım be sürekli küçük şeylerden mutlu.
Zaten içine doğduğum dünya ufacık çevrem ve insanların görüşleri o kadar dar ki
benim küçük şeylerden mutlu olmam bekleniyor. İşte o an neden diye tekrar
sorasım geliyor. Ben neden Avrupa’nın doğusu olan hatta Avrupalı dahi kabul
edilmeyen gelişmekte olan bir Türkiye ye gönderildim. Belki de Afrika’da
açlıktan ölmek üzere olan bir ailede dünyaya gelmiş olsaydım, çok fazla
düşünecek ve sorma derdine sahip olmayacaktım mutsuzluk nedenim açlık olacaktı.
Şimdi şu satırı yazarken bile fark ettim ki o zamanda yine neden ben açım
diyecektim ve neden sorusundan kurtulamayacaktım.
Uzun lafın kısası bu konuda
olmaz ama şunu katiyetle söyleyebiliriz ki; eğer mutlu olmak istiyorsan neden
sorusunu dünyandan çıkaracaksın. Belki de mesnevideki şu hikâye işin özüdür.
Öğrencilerinden biri Mevlana'ya sormuş;
"Efendim, bu 4 kapı meselesini ben pek anlayamıyorum. Bana anlayabileceğim
bir lisanla anlatır mısınız?"
"Şimdi bak, karşı medresede dersini çalışan dört kişi var ve hepsi
rahlelerine eğilmiş. Sen git bunların hepsinin ensesine bir şamar at, sonra gel
sana anlatayım." Öğrenci gitmiş, birincinin ensesine bir tokat atmış.
Tokadı yiyen derhal ayağa kalkıp arkasını dönmüş ve daha kuvvetli bir tokatla
Mevlana'nın öğrencisini yere yıkmış. Öğrenci dayağı yemiş, geri dönecek ama
hocasına itaat var. Yaratana güvenip ikinciye de bir tokat atmış. O da derhal
ayağa kalkıp elini kaldırmış. Tam tokadı vuracakken vazgeçip yerine oturmuş.
Öğrenci devam etmiş, üçüncüye de bir tokat atmış. Üçüncü şöyle bir kafasını
çevirip baktıktan sonra çalışmasına devam etmiş. Dördüncü, tokadı yemesine
rağmen hiç oralı bile olmadan çalışmasına devam etmiş. Öğrenci Mevlana'ya
dönmüş, olanları anlatmış. Mevlana; "işte sana istediğin örnekler....
Birinci, şeriat kapısını geçememiş biri idi. şeriatta kısasa kısas olduğu için,
tokadı yiyince kalktı, aynısını sana iade etti İkinci, tarikat kapısındadır.
Tokadı yiyince o da kalktı, tam tokadı iade edecekti ki, tarikat öğretisinde
verdiği söz aklına geldi. "Sana kötülük yapana bile iyilik yap". Onun
için döndü, oturdu. Üçüncü, marifet kapısına kadar gelmiştir. İyinin ve kötünün
tek Yaratandan geldiğini bilir, inanır. Yaradan bu kötülüğe hangi iblisi alet
etti diye merakından şöyle bir dönüp baktı. Dördüncü, hakikat kapısını da
geçmiştir. İyinin ve kötünün tek sahibi olduğunu ve aynı olduğunu bilir. Onun
için dönüp bakmadı bile...
Neden
demeyi bıraktığımız an her şeyin kaynağının tek olduğuna inanı hayata
geçirdiğimizde çok soruya gerek kalmayacak galiba… J